
Tüm Zamanların En İyi Body Horror Filmlerini Çevrimiçi İzleyin

Aslı Ildır
2024’ün en tartışmalı filmlerinden The Substance’ın yakaladığı başarı sonrası, sinema tarihinin en ayrıksı türlerinden body horror’ın (beden korkusu) sevilen örnekleri de yeniden gündeme geldi. 80’lerde türün usta yönetmenlerinden David Cronenberg sayesinde daha da popülerleşen body horror, korku türünün belki izlemesi en rahatsız edici ama bir yandan da en heyecanlı ve merak uyandırıcı alt türlerinden biri. İzleyiciyi karakterle bedensel olarak özdeşleştiren beden korkusu, bu sayede seyircide fiziksel tepkiler uyandırmayı hedefler. Bu sayede kimi zaman ahlaki olarak hak vermediği karakterleri bile soluksuz izleyen seyirci, sürekli diken üstünde ve “tetikte” bir sinema deneyiminin doruklarına ulaşır.
JustWatch ekibinin hazırladığı bu rehberde tüm zamanların en sevilen body horror filmlerinden on filmi sizin için derledik. Sitemizin sunduğu filtreleme özelliğinden faydalanarak bu filmleri Türkiye’deki dijital platformların sunduğu kiralama, satın alma ve abonelik seçenekleriyle nereden izleyebileceğinizi öğrenin.
The Exorcist (1973)
Korku sinemasının kült klasiklerinden The Exorcist, o dönem henüz ismi koyulmamış olan body horror’ın erken dönem örneklerinden biri. William Friedkin’in yönettiği ve William Peter Blatty’nin aynı adlı romanından uyarlanan film, şeytanın ele geçirdiği 12 yaşındaki bir kız çocuğu (Regan) ve onu kurtarmaya çalışan annesine odaklanıyor. Seyircilerin filmi izlerken bayılmasının ardından gösterime girdiği gibi efsaneleşen ve devam filmleri de çekilen The Exorcist özellikle şeytanın küçük kızın bedenini istila ederek onun ağzından konuştuğu sahnelerle büyük ses getirmişti. Yönetmen Friedkin’in gerçekçi olması için titizlikle çalıştığı ve çoğu özel efekti sahnede canlı olarak hayata geçirildiği film, hem seyirciden hem de dini çevrelerden gelen tepkiler sonrası ABD’de ulusal bir tartışma konusu haline gelmişti.
Eraserhead (1977)
Yakın zamanda kaybettiğimiz, sinema tarihinin usta yönetmenlerinden David Lynch’in ilk uzun metrajı olan Eraserhead, yine erken dönem body horror örneklerinden biri. Doğrudan bir tür içerisinde kategorize etmenin oldukça zor olduğu film, tuhaf ve beklenmedik bir bebek sahibi olan Henry Spencer’a odaklanıyor. Lynch’in nasıl yapıldığını büyük bir sır olarak sakladığı ve solucan şeklinde bir uzaylıyı andıran bedeniyle akıllara kazınan bu küçük yaratık-bebek, iki yıl sonra gösterime giren Alien filmindeki yaratığın bir yavrusu gibidir adeta. Henry film boyunca bir yandan bir türlü yakınlık hissedemediği yaratık bebeğiyle, bir yandan ise kaloriferde yaşayan ve deforme olmuş bir yüze sahip olan kadınla dolu bir rüya-kabusun içinde sıkışır. Lynch’in Eraserhead için ailesine “lütfen bu filmi izlemeyin ve bu filmi çektiğimi kimseye söylemeyin” diye not düştüğü de söylenir.
Alien (1979)
Ridley Scott’un daha sonradan uzun soluklu bir seriye dönüşecek olan korku-bilimkurgu klasiği Alien, uzaylı bir yaratığın istilasına uğrayan bir gruba odaklanır. Yapışkan ve ıslak bedeni, keskin dişleri ve hem yumurtaya hem de fallik bir nesneye benzeyen kafasıyla seyirciye sonsuz bir çağrışım alanı açan bu cinsiyetsiz yaratık, insanlığın doğuma ve ölüme dair tüm arzu ve korkularını vücudunda barındırır sanki. Uzun, karanlık kanalları ve tünelleriyle insanda klostrofobik bir his uyandıran gemi Nostromo ise, gelecekten değil de geçmişin dehlizlerinden fırlamış gibidir. Sadece pek çok okumaya alan açan anlatısıyla değil, prodüksiyon kalitesi ve yaratığın tasarımıyla da büyük ses getiren Alien, Kubrick’in 2001: A Space Odyssey’indekine tamamen zıt bir gelecek tahayyül etmiştir.
The Thing (1982)
Korku sinemasının usta yönetmenlerinden John Carpenter’ın yönettiği, başrolünde Kurt Russell’ın yer aldığı bir başka korku klasiği olan The Thing, Antarktika’da geçen kan ve dehşet dolu bir hikâye anlatır. John W. Campbell’in bir novellasından uyarlanan film, kendini yıllar boyunca buzulların içinde gizlemiş parazit bir uzaylının saldırdığı bir grup bilim insanına odaklanır. Tıpkı bir diğer beden korkusu klasiği Invasion of the Body Snatchers'da olduğu gibi, en tanıdık olanın tuhaflaşmasına odaklanan The Thing, Carpenter’ın büyük hayranı olduğu H. P. Lovecraft’ın “kozmik korku” evreninden de izler taşır. İlk gösterime girdiğinde gişede büyük zarar eden film, çoğu kült klasik gibi sonradan büyük bir hayran kitlesi edinmiş ve sinema tarihinin korku klasikleri arasında yerini almıştı.
Videodrome (1983)
80’lerden itibaren beden korkusunun en belirgin örneklerini üreten ve ismi bugün bile hâlâ bu türle anılan David Cronenberg, Videodrome’da kendini büyük bir komplonun içinde bulan televizyoncu Max Renn’e odaklanır. Dijitalleşmenin yavaş yavaş ivmelendiği, televizyonun ve video kasetin medya kültürünü derinden etkilediği seksenlerin ruhunu takip eden Videodrome, çoğu Cronenberg filminde olduğu gibi yine teknolojiyi bedenin bir uzantısı olarak ele alır. Cronenberg’in bedeni post-prodüksiyonla değil, çoğunlukla organik olarak deforme ettiği film, Max’in video kaseti karnına soktuğu ve onunla adeta bir olduğu meşhur sahneyle hafızalara kazınmıştır. İzlemesi oldukça zor olan Cronenberg bedenleri, seyirciyi gerçek hayatta karşılaşması bir hayli zor - fakat yine de “gerçekçi” - dünyalara sürükler.
Akira (1988)
Tüm zamanların en sevilen anime klasiklerinden Katsuhiro Otomo imzalı Akira, bir kaza sonrası telekinetik yetiler kazanan, saldırgan bir ergenin (Tetsuo) ve onu kurtarmaya çalışan arkadaşı Shôtarô’nın hikâyesine odaklanır. Aynı isimli mangadan uyarlanan film, 2019 yılının Neo-Tokyo isimli futuristik bir kentinde geçmektedir. Japon manga ve anime geleneğinin robot, siborg ya da androidlere ve diğer insan-makine karışımı varlıklara odaklanan mecha türünden beslenen Akira, tıpkı Cronenberg imzalı The Fly gibi ergenliğin kendisini bir tür bedensel “canavarlaşma” olarak ele alır. Şehrin kaosuyla yıkımını ve Tetsuo’nun bedensel dönüşümünü büyük bir ustalıkla perdeye taşıyan film, yıllar içinde kültleşerek dünya çapında ün kazanır ve tüm zamanların en sevilen animeleri arasında yerini alır.
Trouble Every Day (2001)
“Fransız Yeni Aşırılığı"nın en kendine has yönetmenlerinden Claire Denis imzalı Trouble Every Day, yamyamlıktan zevk alan ve bu şekilde cinsel doyum elde eden bir kadın ve onu toplumdan gizleyen kocasına odaklanır. 2001 Cannes Film Festivali’ndeki gösteriminin ardından seyirciyi ve eleştirmenleri ikiye bölen film; cüretkar sahneleri, kan ve şiddet dolu anlatısı ve uçlarda gezinen karakterleriyle hafızalarda yer eder. Yönetmen Denis, birçok filminde olduğu gibi burada da cinsellik ve şiddet arasındaki ince çizgi üzerinde gezinerek seyircisi bile isteye rahatsız etmeyi hedefler ve sinemanın sınırları zorlar. Beden korkusu türünün sıradışı bir örneği olarak nitelendirilebilecek Trouble Every Day’in müzikleri ise yönetmenin favori gruplarından Tindersticks’e ait.
Under the Skin (2013)
Auschwitz toplama kampını yöneten bir Nazi subayı ve ailesine odaklanan yeni filmi The Zone of Interest ile büyük ses getiren Jonathan Glazer’ın bir önceki filmi Under the Skin, başrolünde Scarlett Johansson’ın yer aldığı bir korku-bilimkurgu. Yönetmenin yeni filminden tam on sene önce çektiği bu sıradışı film, gösterime girdiği gibi büyük beğeni toplamıştı. Michel Faber’in aynı isimli romanından uyarlanan yapım, genç bir kadının bedenini istila etmiş olan ve erkekleri avlayan tuhaf bir uzaylı “femme-fatale”e odaklanıyordu. Son yıllarda pek çok başarılı soundtrack’e imza atan Mica Levi’nin bestelediği tekinsiz müzikleriyle hafızalara kazınan Under the Skin, türler arası estetiği ve seyircinin kafasını karıştıran tüyler ürpertici hikâyesiyle 2010’ların en iyileri listelerinde de üst sıralarda yer alıyor.
Annihilation (2018)
İsyankar bir siborgun hikâyesini anlatan Ex Machina filmiyle ismini duyuran Alex Garland’ın yönettiği Annihilation, son yılların en tuhaf döppelganger hikâyelerinden birini anlatıyordu. Oyuncu kadrosunda Natalie Portman, Oscar Isaac, Jennifer Jason Leigh ve Tessa Thompson gibi isimlerin yer aldığı film, uzaylı bir “ışının” etkisi altına girmiş bir bölgeye gönderilen bir grup bilim insanını takip ediyor. Karakterlerin yine gizemli bir “bölgeye” olan yolculuğunu konu alan Tarkovski klasiği Stalker’dan esintiler taşıyan film; beden, kimlik ve varoluş üzerine cevaplanması zor sorular soruyor. Film özellikle uzaylı ışının, bitkilerden hayvanlara ve insanlara tüm canlı varlıkların DNA’sını bozduğu ve bedenlerini deforme ettiği bölgenin detaylı (ve tüyler ürpertici) tasarımıyla dikkat çekiyor.
Titane (2021)
Raw filmiyle tanıdığımız Julia Ducournau’nun ikinci uzun metrajı Titane, büyük bir sürpriz yaparak Spike Lee’nin jüri başkanlığındaki Cannes Film Festivali’nden Altın Palmiye’yle dönmüştü. Küçükken geçirdiği bir kaza sonrası kafatasında titanyumdan yapılmış bir plaka taşıyan Alexia’ya odaklanan film, özellikle Crash gibi Cronenberg klasiklerinden esintiler taşıyan, dört başı mamur bir body horror filmi. Yönetmenin, izleyiciyi karaktere “göbek bağıyla” bağlamayı hedeflediğini söylediği Titane, ahlaki olarak özdeşleşmenin çok zor olduğu bir karakter portresi sunuyor seyircisine. Ducournau, empati duygusuna sahip değilmiş gibi duran ve gözü kapalı cinayet işleyebilen Alexia ile “babası” Vincent arasındaki bağı sıradışı bir üslupla sahneye koyuyor ve body horror’un sınırlarında geziniyor.
Tüm Zamanların En İyi Body Horror Filmlerini Türkiye’den çevrimiçi izleyin
David Cronenberg’den John Carpenter’a, Ridley Scott’tan David Lynch’e body horror türünün en iyi örneklerini Türkiye’den nereden izleyebileceğinizi merak ediyorsanız doğru adrestesiniz. JustWatch ekibinin hazırladığı bu rehberi inceleyerek çeşitli streaming plaformlarındaki kiralama, satın alma ve abonelik hizmetlerinen dilediğinizi seçebilirsiniz.