Güney Kore sinemasının en başarılı auteur’leri arasında kabul edilen Bong Joon-ho, 2019’da En İyi Film Oscar’ını kazanan Parasite’la ülkesinin sınırlarını aşarak tüm dünyada bir fenomene dönüştü. Bu zaferden sonra önünde Hollywood’un tüm kapıları açılan usta yönetmen bu yıl Mickey 17 isimli bilim kurgu filmiyle salonlara geri döndü. Başrollerinde Robert Pattinson, Mark Ruffalo, Toni Collette, Steven Yeun ve Naomi Ackie’nin yer aldığı Mickey 17’i izlemeye hazırlanıyorsanız ya da izledikten sonra Bong Joon-ho’nun sinemasını daha yakından incelemek istiyorsanız bu sayfa tam size göre. JustWatch ekibi olarak hazırladığımız bu sayfa usta yönetmenin tüm filmleriyle ilgili bilgileri bulabilir, bu filmleri Türkiye’de hangi platformlar üzerinden izleyebileceğinizi öğrenebilirsiniz.
8. Barking Dogs Never Bite - Havlayan Köpekler Isırmaz (2000)
Bong’un ilk uzun metrajı olan Barking Dogs Never Bite, yönetmenin sinemasına özgü kodların ve temaların henüz tam olarak oturmadığı ancak güçlü sinyallerinin sezildiği eklektik bir kara komedi. İşsiz bir akademisyenin yaşadığı binadaki köpek havlamalarından rahatsız olup dayanamayacak noktaya gelince bu işi kendi bildiği yoldan çözmeye karar vermesini konu edinen film, pastel renkleri, simetrik kadrajları ve eksantrik mizahıyla Bong’un henüz “bir şeyler denediği” bir sinema anlayışına sahip. Yine de filmin kafkaesk tonu ve sosyopolitik alt metni yönetmenin ilerde de göreceğimiz üzere güçlü bir potansiyele sahip olduğunu kanıtlıyor.
7. Mickey 17 (2025)
Edward Ashton’ın Mickey7 adlı bilim kurgu romanından uyarlanan Mickey 17, sancılı bir prodüksiyon süreci geçirdi. Universal’a 120 milyon dolara mal olsa da gişe rakamları beklenenin altında kaldığı için birçoğunun bir başarısızlık olarak nitelendirdiği Mickey 17 aslında Bong sinemasının aşina olduğumuz tüm unsurlarını bünyesinde barındırıyor. Çevre, türcülük ve ekoloji temalar etrafında şekillenmesi sebebiyle daha çok Okja’ya benzetebileceğimiz film politik hiciv konusunda biraz abartıya kaçtığı ve karakterler arasındaki dinamikleri yeterince derinleştirmediği için yönetmenin hayranlarına zayıf gelebilir. Başrolde izlediğimiz Robert Pattinson ise muhteşem performansıyla filmi tek başına sırtında taşıyor desek yeridir!
6. Okja (2017)
Okja, farklı türleri son derece özgün bir şekilde harmanlayan ilginç anlatısıyla tasviri güç bir yapım olsa da şaşırtıcı biçimde ana akım seyirci nezdinde yankı bulmayı başaran bir film. My Neighbor Totoro’nun ekolojik bir fabl biçiminde yeniden yorumlanması gibi ifade edebileceğimiz filmde genetiği değiştirilmiş bir yaban domuzu ve onu besleyip büyüten küçük bir kızın dostluğu etrafında şekillenen film kapitalist tüketim kültüründen, hayvan haklarına çok çeşitli temaları ele alıyor. Jake Gyllenhaal ve Tilda Swinton’ın grotesk ve abartılı performanslarının özellikle dikkat çektiği film, görünürde Bong’un diğer filmleri kadar “karanlık” olmamasının sebebi ise, sosyal ve politik eleştirisini varoluşumuzu çok daha sinsi bir şekilde etkisi altına alan kapitalist sisteme hiciv aracılığıyla yöneltmiş olması.
5. Snowpiercer - Kar Küreyici (2013)
Yönetmenin İngilizce çektiği film olmasıyla da kariyeri açısından bir dönüm noktasına karşılık gelen Snowpiercer her şeyden önce sıkı bir aksiyon filmi. Tüm dünyanın buzullarla kaplandığı distopik bir gelecekte hayatta kalan bir avuç insanın, dünyanın etrafını durmaksızın dolaşan bir trende hayatta kalmaya çalışması gibi ilginç bir konuya sahip olan Snowpiercer, sınıfsal tabakalaşma, örgütlülük ve politik aksiyon üzerine yaratıcı bir alegori sunuyor. Alt sınıf - üst sınıf ayrımını yatay bir düzlemde ilerleyen trende ele aldığı içinde görsel dünyası ayrıca ilginç olan filmde Chris Evans, Marvel Sinematik Evreni’ndeki filmlerindeki oyunculuğunun fersah fersah ötesinde bir performansa imza atıyor.
4. The Host - Yaratık (2006)
Bong’un filmografisine baktığımız zaman popüler sinema türleriyle oynamayı sevdiğini rahatlıkla görebiliyoruz. Temelinde Hollywood’un ana akım canavar filmlerinin kodlarını baz alan The Host, bu türe hem farklı bir yorum getiren hem de ufak da olsa hicveden bir tarza sahip. Han Nehri’ndeki kimyasal atıkların sebep olduğu kirlilik sebebiyle ortaya çıkan yaratığın Seul’de terör estirdiği filmde, bir babanın kızını kurtarma ve ailesini bir arada tutma çabalarını izliyoruz. Diğer canavar filmlerinin aksine Bong’un karakterleri idealize edilmiş kahramanlar olmaktan çok uzak ve yönetmen canavarın sebep olduğu kaosun ve aksiyonun ortasında bile karakterlerinin insani zaaflarını ve değerlerinin peşine düşmeyi bir an olsun bile ihmal etmiyor.
3. Mother - Ana (2009)
Belki de yönetmenin filmografisinin en karanlık filmi diyebileceğimiz Mother tıpkı Memories of Murder gibi bir cinayet etrafında geçiyor. Güney Kore taşrasında geçen filmde zihinsel engelli oğluna derinden bağlı bir annenin, oğlu bir genç kızı öldürmekle suçlanınca onun masum olduğunu kanıtlama çabalarını takip ediyoruz. Kim Hye-ja’nın benzersiz bir performans sergilediği film bir cinayet soruşturmasının ötesinde, insanların sevdikleri uğruna neler yapabileceğini çok çarpıcı biçimde ortaya koyan ve tam da bu sebeple asap bozan bir film.
2. Parasite - Parazit (2019)
Oscar tarihinde En İyi Film ödülünü alan ilk yabancı film olarak tarihe geçen Parasite, gişe rekorları kırarak Bong Joon-ho’nun uluslararası düzeyde geniş kitlelerce tanınmasına olan sağladı. Seul’un kenar mahallelerinde yaşayan bir ailenin, zekice bir plan yaparak hep beraber zengin bir ailenin evinde çalışmayı başlamasını konu edinen film, ilk bakışta tipik bir sınıf çatışması anlatısı gibi gözükse de bu çatışmaların maddi dünyada sahip olduklarımızın ötesinde; insan doğasının temeline kadar nüfuz ettiğini kanıtladığı için benzerlerinden farkını ortaya koyuyor. Parasite, Bong’un titizlikle tasarladığı mizansenleri ve gerilimi tırmandıran plan-sekanslarıyla âdeta bir yönetmenlik dersi niteliğinde.
1. Memories of Murder - Cinayet Günlüğü (2003)
Amerikalıların Zodiac’ı varsa, Güney Kore’nin de Memories of Murder’ı var! 1986 yılından 1994 yılına kadar işlenen gizemli cinayetleri çözmeye çalışan polis dedektiflerinin hikâyesini anlatan film Bong’un sinema çevreleri tarafından kabul görmesini sağlayan yapım oldu. İyi polis - kötü polis gibi cinayet soruşturmalarında ve polisiye anlatılarda oldukça aşina olduğumuz unsurlarının yer aldığı film, bu temaları çok daha kompleks bir ahlaki düzlemde işleyerek seyircisinin de tıpkı ana karakterleri gibi bocalamasına sebep oluyor. Çekildiği dönemde katil hâlâ bulunamadığı için sonuyla bizlere tatmin edici bir final sunmayan film, tam da sebeple Güney Kore toplumunun ve kurumlarının toplumsal istikrarsızlık karşısında nasıl yetersiz kaldığına dair incelikli bir eleştiri ortaya koyuyor.